Ankara’nın kuru soğuk ayazlı günlerinden biriydi, camın kenarındaki somyaya oturmuş, camdan dışarıyı seyrederken dalıp gitmiştim… Köyü hayal ediyor, gözümde canlandırıyor ve aklımdan sadece koyunlar, kuzular aslında sevdiğim tüm hayvanlardan oluşan bir film şeridi geçiyordu.ilk defa köye gidecektim heyecan doruktaydı. Babamın aklına nerden gelmişti abimle beni köye göndermek. Aslında çok da önemli değildi nedeni. Başıma geleceklerden habersiz ne masum ve bir o kadar çocuktum. Sabahın erken saatlerinde Tirene binmiştik yol bitmek bilmiyordu ve ben çok heyecanlıydım. Ankara’nın soğuğu hiç kalıyordu, köyün soğukluğu karşısında resmen bıçak gibi kesiyordu yüzümüzü. Hayal kırıklığı büyüktü, bir kaç sokak köpeği, bir kaç koyun görebilmiştim, sayılı bir kaç evden başka bir şey yoktu. Kar heryeri tüm güzelliğiyle kucaklamıştı. Şehre inmiştik işlerimiz var demişti abim. Aslında küçücük bir kasabaydı gittiğimiz yer. Girdiğimiz bir yerde ben oturmuş bekliyorumdum, ordaki adam “olmaz yaşı küçük “diyordu “anne baba imzası şart.” Ben tüm saflığımla dışarıyı seyrediyordum bitmek bilmiyordu konuşmaları, abim bir yerlere gidip geliyor elinde kağıtlarla sonra tekrar devam ediyorlardı konuşmaya. Sonunda sıra bana gelmişti, abim ismimi seslenerek ” buraya imzanı atacaksın” demişti. Gözlerimi heyecanla açarak “ama ben imza bilmiyorum YILDIZ yapabilirliyim” diyerek cevaplamıştım. Herşeyden habersiz, tüm masumiyetimle elimden alınan hayatıma okkalı bir yıldızla damgayı vuracakken, abim tamam ben attım’ diyerek sessizce fısıldamıştı… İmza hakkımı bile kendisi kullanmıştı. Bir çocuk gelin daha toplumda yerini almış,karanlıklara fırlatılıp atılmıştı. Kendisinin ne bir imzası nede haberi vardı olanlardan. Olanları algılayamayacak kadar masum saf ve bir o kadar ÇOCUK’tu çünkü.